bi kötü bi iyi...


Cuma günü prensesimin okulundan aradılar, (zaten okulun numarasını telefonda ne zaman görsem 'kötü birşey oldu' hissiyatı kaplıyor her yanımı) Duruş suratını kapıya çarpmış, yani anladığımız kadarıyla koşarak kapının köşesine dalmış. Alnında şiş bir morluk, dudağı yarılmış, yüzünde boydan boya bir çizik. Dr. a gittik hemen, çene filmi çekildi, kötü bişeyimiz yokmuş, iki dişimiz daha geliyormuş. Dr. gözünün ve burnunun morarabileceğini söyledi ama Duru çabuk toparladı çok hafif bir morluğu var, o da hızla iyileşiyor. Yine de yüzüne baktığımda üzülüyorum, ne kadar çocukluğumdaki vukuatlarımı, hep kabuklu, kanamış dizlerimi hatırlasamda...

Bulantılarım önemli ölçüde azaldı. Kendimi lama gibi hissettiren aşırı tükürük salgısı normale döndü, sadece sürekli bulantı hissi yüzünden şekerlere bağımlı bir hayat tarzını benimsedim, kahfeli misbonsuz yaşayamaz hale geldim. Bu illetten de kurtulduğum zaman tamamen normale döneceğim herhalde.

Devamını Oku »

Eses 2011



Haftasonu Eskişehirdeydik. Bahanesi pilav günü yine. Son gün Ferhat faranjit olmuş, ant. iğne oluyor, bende bulantı tavan yapmış, Duruş nazlı ve iştahsız, gidip gitmeme konusunda bi türlü karar veremiyoruz. Gitmek istiyorum , kalkıp hazırlanmam gerek ama öyle halsizimki, bunu düşünürken yine uykuya dalıyorum. Sonunda birkaç saat daha uyudum, valizimizi hazırlayalım, Duruyu bırakmak için anneme geçelim, ertesi sabah iyi hissedersek yola çıkalım dedik. Ertesi sabah güneş vardı, iyi gibiydik, çıktık erkenden, yolda toplaştık, maşukiyeye uğradık kahfaltı için. Cansu diye bir yer var, hep gittiğimiz. Her sene biraz daha kalabalıklaşsa da vazgeçemiyoruz. Kahfaltı güzeldi. Yol korktuğum gibi geçmedi. Acil durum poşetlerim yanımdaydı ama gerek kalmadı. Hep söylerim; gezmek her derde deva diye...
Duruşla konuştum gitmeden,
-Biz Eskişehir'e gidiyoruz, ayşelerle, sende anneannende kalırsın olurmu, dedim
-İşinizmi var? dedi
-Hayır gezicez, bir gece kalıp dönücez, dedim
-Bende gelebilirmiyim? dedi
-Çocuklar gelemiyor tatlım, dedim
-Park varmı orda? dedi
-Sanmıyorum, dedim, bu kısımda bir miktar yalana başvurdum istemeden, dönüp tv. izlemeye devam etti. Hiç ağlamadı bugüne kadar arkamızdan. Anneannesiyle iyi vakit geçirdiği için tabi.

Yollar sarı çiçeklerin arasına konumlanmış gelincik tarlalarıyla doluydu, onlara dalamadık ama yol kenarındakilerle hatıra fotoğrafı da çektirmeden geçmedik yanlarından.

Çiğ börek krizlerine girdik. Hep kalabalık burası, tabureler için sıra bekledik, yedik rahatladık. Evde yaptığımız kıymalı hamur kızartması.



Bir güneş açtı, bir deli gibi yağmur yağdı. Hava çok serindi, ama Eskişehir çok güzeldi. Sokak festivali vardı, Porsuk üzerinde platform oluşturmuşlar dubalarla, üstünde sürekli sokak konserleri veriliyor, köprüler seyredenlerle dolu, cıvıl cıvıl, dinamik... Kendimi çok daha genç hissediyorum her gittiğimde.

Bir güzel İlhan İrem şarkısı der ki;

Yemyeşil bir deniz senin gözlerin
Ne bir sandal ne bir ada
Ne bir sahil var boğuluyorum, boğuluyorum

Öğrenciyken bazen aklıma gelir mırıldanırdım, deniz kıyısı özlemiydi belki, İstanbul ya da... Ama artık Eskişehirin, denizide var, sahili de var, gondolu da... Yılmaz Büyükerşen'i var özetle...

Pazar günü hava daha güzeldi. Okulda vakit geçirdik, çok farklı bişey yapmadık aslında, okul turu, fotoğraf, eski günler...Her şekilde keyifli...Geçen seneki gibi. Seneye bakalım hangimiz gelebileceğiz, neler değişmiş olacak...






Dönüşte yine bir Pamukova İlhanTan Tesisleri klasiği. Çok oyalandık, Durucuk 11'e kadar bekledi bizi. sevimli pandam yine de neşeliydi.

Devamını Oku »

ay ken singarengooooo....





Tatlı Duruşumun ingilizce gösterisi vardı ve geçen hafta sonundaydı, ben ancak ekleyebildim resimlerini. Kankası Elifnaz'la birlikte ı ken singarengooo (ı can see the rainbow:)) şarkısını söylediler civcivler, popişleri sallayıp selam verdiler. Gösterinin sonunda da bizlere de çiçekler verip anneler günümüzü kutladılar, bize güzel bir gün yaşattılar. Şimdi yılsonu gösterimize hazırlanıyoruz, şov mast go on değilmi günlük :)

Devamını Oku »

Anadolunun Kayıp Şarkıları



NEZİH Ünen çok güzel bir belgesel hazırlamış. Bayıldım ben. Şarkılar dönüyor sürekli kafamda, anlatanlar da öyle. Bu videoda karadenizli teyzelerin söylediği bir türkü var, sonuna kadar izleyin çok neşeli...

Devamını Oku »

Patik Hanım...


Durudan önce Patik kızım vardı evde. Çok güzel , hanım efendi bir kediydi. Sonra birden evin içinde bağırarak gezmeye başladı. Gece sabaha kadar evin içinde tiz seslerle uluyarak dolaştı. İçindeki saat çiftleşme zamanının geldiğini söylüyordu ama Patik ne yapacağını da bilmiyordu muhtemelen. Kısırlaştırmayı önerdi veteriner, kesin çözüm olarak. Benim içime sinmiyordu, en azından bir kez anne olma deneyimini bile yaşamadan bu hakkı bir canlının elinden almak, onun evde bir saksı bitkisi gibi oturmasını istemek en hafif tabirle bencillik olurdu.

Sonunda anneme götürüp özgür bırakmaya karar verdim. Bahçeye fırlar gibi koştu ve tam 5 gün ortadan kayboldu. Birkaç gün geçince çok endişelendim, komşular ve annem artık gelmez dediler ama ben
-biliyorum gelicek! diye kendimden ve kedimden emin konuştum ki hiç adamı değilimdir, kararlı duruşların. Ferhat, gel aramaya çıkalım dedi, fazla somurtunca, birkaç kere gece mahalleyi adını seslenerek dolaştık, bulamadık. Sonunda 5. günün sabahı kalktık, babam hastanede yatıyordu, annem onun yanında kalacaktı birkaç gün, biz evimize dönecektik ve eve dönse de onu içeri alacak kimse olmayacaktı. Bende umutsuzdum artık. Kalkıp perdeyi açtım, camın önünde bana bakıyordu. Çok zayıflamıştı, kirlenmişti, yüzü kamuflaj yapmış gibi koyu renk tozlarla kaplıydı ama gelmişti. Hemen kaptım, eve dönünce yıkadım kuruttum, çok iştahlıydı topladı kendini. Nerelerde neler yaşadı bilemiyorum ama iki ay sonra iki tane yavrusu oldu. Biri sarı, diğeri beyaz. Belki babaları farklı bile olabilirmiş, kedilerde böyle bir kabiliyet mevcut, aynı seferde birkaç babanın çocuğunu doğurabiliyorlarmış. Neyse bizde olmadığı daha iyi, gereksiz bir kabiliyet.

Patik hanım, sabaha karşı doğurdu yavrularını, ne yapacağını biliyordu, biz sessizce izledik sadece. O sırada bende Duruya hamileydim, hem hoşuma gitmişti, hem çok midem bulanmıştı. Galiba benim hamileliklerim bütün olarak mide bulantısından ibaret bir keyifsizlik hali zaten. Patik hanım çok iyi bir anneydi. Doğadaki hemen hemen bütün anneler gibi. Erkek kedilerse tam tersidir. görevlerinin mümkün olduğunca çok dişiyi mart ayı boyunca dölleyip bir daha geriye dönüp bakmamak üzerine programlıdırlar. Dişilerse acıksalarda yavruların yanından ayrılmazlar, başka erkek kediler gelip yavruları yiyebilir, zarar verebilir diye. Annesiz yavruları kendi çocukları arasına katıp emzirirler, yalayıp temizlerler, onlara hayatta kalmayı, avlanmayı, savaş oyunlarıyla öğretirler. Yine de pek az yavru yaşamayı başarır. Ya ezilirler, ya da gençlik hastalığına yakalanırlar, önce iştahları kaybolur, sonra ölürler. Bu durumu senede iki kere annemin arka bahçesinde gözlemlediğimiz için sanırım hissizleştim artık.

Patikte iyi bir anneydi demek istiyorum, gerçi yedikleri önlerinde, kumları balkondaydı ama onları oynarken ve karman çorman olup uyuklerken seyrettikçe içim sızlardı. İki ay sonra Patik agresif bir anneye dönüştü. Meme emmek için sokulmaya çalışan yavruların kafasına önce patilerinin içindeki yastıklarla uyarı vuruşu yapıp sonrada arka ayaklarıyla sertçe itmelere başladı. Pek anlam veremedik neden böyle olduğuna ama sonunda anladık ki, patik yine hamileydi. Artık emzirmek istemiyordu. Enerjisini yeni yavrulara saklamak, iki yavruyu da sütten kesmek istiyordu. Zamanla anladım ki iki kardeşin de artık hayata atılmasını, dışarda yaşamayı da öğrenmelerini istiyordu.

Benim için bir karar zamanıydi. Durunun evde bir hayvan arkadaşının olmasını istemiştim ama hali hazırda iki yavrusu olan ve kaç tane daha doğuracağını da bilmediğim bir anneyle ve evde bir bebekle baş edemeyeceğimin de farkındaydım. Kaçınılmaz son, bu düzenli olarak genişleyen aileyi güvenilir bir yere yerleştirmekti. Gökçeada da Aylin in öğretmeni istedi bizim mültecileri, bir kaç taş evden oluşan pansiyonu ve büyük bir bahçesi vardı. Ayrıldık nitekim.

Bazen bir olay yaşanıyor ama çok sonra anlam kazanıyor, ben bu günlerde bunları düşünüyorum sıkça. Kendimi yavrusunu iten patik gibi hissediyorum. Duruyla istediğim kadar ilgilenemiyorum, okulda, sonra babası ilgileniyor. Duru herşeyin farkında sanki, sabah bana 'anne sana şarkıyı bilgisayardan açıcam dinleriz, kusucaksan kusarsın, sonra gene dinleriz' diyor. Kendince çözüm buluyor ben mazeret bildirmeden. Seni çok seviyorum anne diyor sık sık, içim sızlıyor.Ya da sabır gösteremiyorum sıkıntım arasında, hadi hadi diyip duruyorum arka arkaya. Şimdiden kendine fazlasıyla yer açıp rol çalmaya başladı bu zigot. Umarım bu haller çabuk biter de unuttururum bunları tatlı kızıma...

Devamını Oku »

Günler böyle geçiyor...



Hastayımmmm yaaaşıyorummmm a dostlar...

Bulantı devam, bir gün nefes aldırıyor, biraz daha iyi geçiriyorum günü, umutlanıyorum, ertesi gün sürünüyorum. Evden çıkamayıp yattım birkaç gün ama gördümki, kısır bir döngüye giriyor hastalık hali, daha da zorlaşmaya başlıyor, işe devam dedim kendime. Duruşta bazı yöntemler geliştirmiştim, nispeten rahatlatan, yine onlardan faydalanaıyorum;

- sürekli limonlu, portakallı olips, mentos, kremini var elimin altında. Dişlerim sızlamaya başladı sürekli şeker yemekten.
- su içmek çok zor geliyor, bulantıyı tetikliyor. Limonata yapıp içiyorum, Duruşla beraber içiyoruz.
- Tuzlu katı şeyler daha uzun kalıyor midemde. Peynirli börek, peynir-ekmek, simit peynir ve türevleri...
- Asitli içeceklere düşkün değilimdir ama hamileliklerde çok tüketiyorum, rahatlatıyor. Yaşlandım galiba iyice; sarısından al evladım, sarısını seviyorum ben! şeklinde fanta tercih ettiğimi de belirtiyorum.
- Akşamları daha erken yatıyorum, uykuda bulantı olmuyor:)
- Dışarda olmak daha iyi geliyor. Galiba bu zigot ta benim gibi gezmeyi seviyor :)
- Olabildiğince mutfak sınırlarından içeri girmemeye çalışıyorum. En büyük korkum buydu, Duruyu nasıl besleyip doyururum diye dert ediniyordum ama süper babamız bu sorunu çok güzel çözümledi, sorumluluğu üstlendi, akşamları baba kız yemeklerini hazırlayıp yiyorlar. Arkasından çizgi sinema saatleri var, biraz izleyip yatıyorlar. Sıkıntılı ruhumu hafifleten, işleri kolaylaştıran bir kocam olduğu için şanslıyım...(motivasyon önemli:))
- yeme alışkanlıklarım tamamen tersine döndü. Faydalı olanları yiyemiyorum, zararlı olanları bir nebze diye özetlemek mümkün. Şekerli hiçbir mamül tüketemiyorum, (olips vs. dışında) Çay, ayran, süt, meyve içemiyorum, asitliler iyi geliyor, yoğurt, yumurta, balık, sebze, et yok. Kısır, mercimekli köfte, turşu yiyorum. Bulantı bitene kadar sağlıklı beslenmeyi kafama takmıyorum, zira zorla güzellik olmuyor, bünyede fazla kalmıyor...
- Folik asit, demir kullanmıyorum, bu zigotta hormonsuz ve ilaçsız olucak herhalde ablası gibi:)
- Film seyretmeye bile katlanamıyorum, dizi seyrediyorum akşamları, nede olsa zeka gerektirmiyor.
- Şu ana kadar Durunun yaşattığı güzelliklerle(!) paralel gidiyor her şey. Cinsiyeti belirleyen etkenmidir gerçekten hamilelik belirtileri bilemiyorum ama yine de bende bir umut yeşeriyor. Yine kız olur belki diye. Ben kız çocuk fanatiğiyim, sağ sağlıklı aklı başında olsun faslından sonraki dileğim, kız olsun, yine kız olsun, hep kız olsun şeklinde. Öyle doğuma kadar bekleyip cinsiyetini doğduğunda öğrenme gibi yüce gönüllülüklerden çok uzağım, Dr. üzerinde baskı da kurarım bu konuda:)
- 1.5 aylığız şu anda, Duru 5.5 ay kusturmuştu beni. Kusturika koysam adını, yönetmen olur belki...En kötü ihtimalle kaldı 4 ay, iyi yönü bile var, kilo almak yerine veriyorsun. Züğürt tesellisi bu olsa gerek.

Böyle işte günlük... Benim 1.5 adanam nasıl bişey olur, neye benzer, çok merak ediyorum, bir an önce bu sıkıntının da bitmesini ve hamileliğin altın çağı olan ikinci üç aylık dönemi rahat geçirmeyi umuyorum...

Devamını Oku »