Atatürk

Durucumun ilk şiiri, 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun...

Devamını Oku »

Bamya Kızartması


Daha önce annemle, yemek yapmak için aldığımız bamyanın içinden çıkan çok iri bamyaları atmak için ayıkladık, annem, kızartalım bunları, tv. da izledim ben deyince, deneyelim dedik, üşenmedik, yumurta, galeta unu, kızgın yağ işlemlerini uygulayarak kızarttık, değişik, sebze cipsi gibi birşey oldu.

Pazar günü de komşu, kendi topladığı bamyaları getirdi anneme ama bunlar hakkaten çok iriler. Yani bitki sıkmış kendini, bamya diil zülfikar kılıç yetiştirmiş bünyesinde. ben yumurtayla galeta ununu karıştırıp kızartmayı denedim, akıllıyım ya, pratik çözüm üreticem ya, bide Ayşeler, gelmiş, top patladı patlıycak, çabuk yapim dedim, ama anladımki ayrı ayrı batırıp kızartmak daha doğru, sos üzerine yapışmıyor böyle. Ben ettim siz etmeyin, ama tadı güzeldi, bence deneyin.

Devamını Oku »

Anne belgeseeelllllll...


Gece uykusuna geçiş törenimiz sık sık konsept değiştirir. Bir süredir de, salonda loş ışıkta, koltukta kucak kucağa (evet bu sıcakta!) belgesel seyrederek uykuya geçiyoruz. Aslında NTV deki hayat belgeseline rastlayıp bayılmamızla başladı bu moda. Hani Dayı'nın seslendirdiği. Duru çok sevdi ama arkası gelmeyen sorularıyla uyuya kalana kadar beni biraz zorladı. Yine de bu kadar heyecanlandığını görmek çok güzel. Sonraaa evde belgesel aramaya başladım, Planet Earth'ün Dağlar bölümünü buldum, onu ezberledik bir de okyanus belgeseli var pek renkli, onu seviyoruz. Sonra ordan burdan toparladım Planetleri, ama favorimiz suda geçenler. Sorular şu minvalde ilerliyor;
-anne bu neeeee (gözler iri iri)
-mercan
-nedeeennnn? (bu soru kitliyo beni ama çocukta haklı, konu hakkında bilgi edinmek istiyor, ama nerden başlayıp nasıl anlatacağını da bilmiyor. Yani bu 'neden'in anlamı, 'bana anlat')

-anne naaaptıııı? (gözler tahmin ettiğiniz gibi)
-büyük balık küçük balığı yedi
-nedeeeennnn? (daha da meraklandı şimdi. Aslında hayatın bu mantık üzerine kurulu olduğunu nasıl anlatabilirim ki?)

İşte böyle, uyku saati gelince, 'anne belgeseelll' diye zıplamaya başlıyor. 15-20 dk. içinde de uykuya geçiyor. Azalan sorulardan ve pıtıpıtı kıpırdamaya başlayan pamacıklarından anlıyorum.

Devamını Oku »

İlk yıldız


Durucumun ilk okul günü sorunsuz, hatta çok keyifli geçti. Bizimde stresimiz uçup gitti. Öğretmenlerinin söylediğine göre, daha önce kreş deneyimi olan bir çocuk gibi, çok uyumlu, neşeli vakit geçirmiş. -tabi bilemiyorum her çocuğa aynı yorumlar mı yapılıyor, bizi rahatlatmak içinmi söyleniyor- yine de iyi geldi.
İlk günler sabahları birkaç saat yanında kalmamız, akşam da erken almamız daha iyi olur diye düşünmüştük ama bugün herkesle aynı saatte giriş yaptı, bize el sallayarak 'görüşürüüüzz' diyerek uğurladı. Dün öğretmeni yıldız yapıştırmış, anneannesine tel.da çok heyecanlı anlattı;
-annaaneee yıldız kazandımmmmm, palyonço yaptııımmm, sütümü içtimmm' gibi olanları karışık bir şekilde sıralamaya başladı. Bu sevimli halini seyretmeye bayılıyorum. Tel. da anlatırken, gerçekten büyüdüğünü hissettim, artık kendisine ait bir dünyası var, daha farklı heyecanları, sevinçleri belki de küçük sorunları olacak. İstediği zaman istediği kadarını paylaşmak için bekliyor olacağız...

Devamını Oku »

Şimdi okullu olduk!


Durucum yarın sabah okul hayatına başlangıç yapıcak. Aslında oyun ağırlıklı bir kreş. Ailecek gidip gezdik, öğretmenlerle görüştük, başka hiçbiryere de bakmadık, buraya karar verdik. Üniversite seçme törenine dönmesini istemedik. En önemlisi de Duru beğendi, hoşuna gitti. Dışarda geniş bir bahçe ve oyun alanı var. Sınıflar yaşlara göre ayırılmış, iki katlı bir ev. Uyku oyun ve eğitim için düzenlenmiş saatleri var. Aslında ben baya heyecanlıyım. Dün listeyi toparladım, çantasını hazırladım. Bu yeni durumun neler getireceğini merak ediyorum, ama iyi olacağını hissediyorum...

Devamını Oku »

Sadece esinlendim !!!


Hasanboğuldu'dan aldığım zeytin sabunlarını paketledim. Dağıtıma hazırlar.Aklımda yapmak istediğim birsürü şey var ama icraata gelince bintane bahane buluyorum kendime. Bilg.da bir dosyam var, adını 'mekanım cennet olsun' koydum. Hoşuma giden resmi, bi gün yaparım diyip içine atıyorum. Hayata geçirilemeyen projeler çöplüğü. Hayret ve gipta ve de haset ettiğim bazı hamarat blog sahibeleri var, onlardan fikir yürütüyorum ama kimsenin kızmasına gerek yok, yürüttüğümle kalıyorum işte...
Rabişe gösteriyorum bazen
-bizde yapabiliriz, şunu takarız bunu kaplarız... diye kafasında tasarlamaya başlıyo hemen, hiç üşenmek yok. Bikaç tanede saksı yaptım kendime, yani arkası yapışkanlı kağıtlarla plastik kutuları kapladım, çok yoruldum çoookkkk...

Devamını Oku »

Ateeeşşş, uzak dur benden, ailemdennnnnnnnn!!!



Son birkaç gündür Durunun ateşi vardı. Hemen hemen hiç yemedi, yine süzüldü, yüzü kaşık kadar kaldı. yutkunma problemi yoktu, burun akıntısı, kusma da yoktu, sadece 3-4 saatte bir yükselişe geçen ateş vardı. Sadece ateş düşürücü şurubunu kullandım, sürekli ılık duş yaptırdım, tv karşısında dinlendi. Antibiyotik kullanmıyorum son 6 aydır. Aslında ödüm kopuyor ama her götürdüğüm doktor 'boğazları kızarmış' deyip antibiyotik yazıyor. Bende daha fazla bağışıklık kazanmasını, ilaç yüklenmesini istemiyorum. Özellikle de viral enfeksiyonların tedavisinde antibiyotiğin bir işe yaramadığı bilinen bir durumken neden bu kadar rahat reçeteye yazıldığını anlayamıyorum.

Bir de her çocuğun bir ayarı var. Eski radyoları manuel çevirerek ayarlarsınız da sesi net aldığınız yeri dikkat ederek bulursunuz ya, işte öyle bir ayar düğmesi var, ve o hassas ayarı genellikle anneler tutturabiliyor. Yani ben ateşini dereceyle değil, alnından öperek ölçebiliyorum, hastalık davranışından, verdiği reaksyonlardan, hastalık nedenini, şiddetini fln, anlayabiliyorum, artık bu gelişen yeteneğime güvenerek yavaş yavaş ilaçsız yaşamaya başlamayı öğrenmek istiyorum ama dediğim gibi, ödüm de kopuyor.

Şu an ateş problemimiz kalmadı, iştahı da açılıyor ama çok fena bir mızmızlık kaldı. Bu gün beni istediği ve sürekli ağladığı için işten çıkıp gelmek zorunda kaldım ama sonrasında da keyifsizdi. Umarım yarın daha neşeli olur...

Aylardır çocuğum gibi baktığım ,her akşam bıkmadan suladığım bitkilerden bir avuç çeri domates ve bir -hatta bir bile denemez- pembe domates alabildim. Alahım ben nerde yanlış yaptım?

Devamını Oku »

ADATEPE


AAAHHHHHH ADATEPE.... Kalbim Adatepede kaldı. Zeus Altarından inerken, sağa sapınca çokkk güzel bir köy var. Meydanda çeşme, etrafında kocaman ağaçlar ve köy kahfesi, onun çevresinde de taş evler... Eski bir Rum köyüymüş, şu an koruma altında. Uzaktan bakınca hiç hareket yok gibi, sanki kimse yaşamıyor gibi. Sadece bir kapı önünde çok yaşlı bir kadın oturuyordu ama onun da yaşadığından emin değilim.
Bu köyden bir taş ev sahibi olma dileğimi hemen evrene kısa mesaj olarak atmaya başlıyorum. Adatepe yaz, boşlukları doldur, bekle... Kim bilir belki birgün Tarkan' a komşu olabilirimmmmmm.....








Dönüşte Büyükçetmi köyüne uğradık, Adatepe kadar olmasa da burası da çok şirindi. Fotoğraf çekmekten baharatlı ve otlu dondurmasından deneyemeden yine otobüsün arkasından koşan ben oldum :) Yine de arada kapari turşusu kapmayı başardım ki yan gözle Feroşu ararken baktım peynir tatlısı elinde dolaşıyor. Sokak aralarına daldık yine, bahçelerden incir, üzüm taşıyordu.

Son durak ta müze haline getirilmiş bir zeytinyağı fabrikasıydı. Zeytinler eziliyor, suyu sıkılıyor, borularla başka bir bölmeye geçiyor, burda suyla karışıyor ve zeytinyağı adeti olduğu üzere ayrışıp her zamanki gibi üste çıkmayı başarıyor. İşlem bu kadar. Kalan ezilmiş zeytinler kurutuluyor, sıkışmış talaş görünümünde, sunta gibi bir hale geliyor ve bunlar da gübre olarak kullanılıyor. Maranki'nin de dediği gibi 'doğada çöp diye bir şey yok' sevgili dostlar....

Resimdeki kız Refika. Hikayesini merak edenler google a sorabilir...



Bu kocaman şişeler, eskiden kullanılan damacanalarmış. Cam gibisi yok, tabi sırtında taşımadığın sürece...

Devamını Oku »

Zeus Altarı


Altınoluk'ta yine motorlu bir vasıtayla yolun büyük bölümünü çıkıp, kalan 500 mt. yi yürüyerek bir tepeye ulaşıyoruz ki, inanın değiyor. Bütün Edremit körfezini kuşbakışı seyredebiliyoruz. Bu kadar güzel bir manzarayı ilk kez görüyorum. Tepe noktasında Zeus Altarı - ya da ondan kalanlar- var. Altar sunak demek imiş, mitolojik çağda genç kızlar tanrılara 'sunulur', kurban edilirmiş. Ölmek için daha güzel bir yer olamaz herhalde -yine de almayalım-
Önceki ziyaretçilerden kalan bira şişelerinden, manzaranın tam anlamıyla keyfinin çıkarıldığını, etraftaki pet şişelerden de su sıkıntısı çekilmediğini anlıyoruz. Diğer turun rehberi bir ara altarın üstüne fırlayıp, tarihten aklında ne kadar isim kalmışsa saymaya başladı, saçmalayabildiği kadar saçmaladı ki, acınacak bir durum. Adamın işi bu ve insanları salak yerine koymakta bir sakınca görmüyor. Bilmiyorum biz bu kültüre layık bir toplummuyuz? Ya da bu tarihin şanssızlığı, bize miras kalması mı?
Daha güzel fotolar çekmek isterdim ama uğradığımız yerlerde çok kısa kalabiliyoruz ve otobüsün arkasından elimde makinayla koşmak zorunda kalıyorum :(

Devamını Oku »

Tahtakuslar Etnografya Müzesi



Tahtakuşlar köyünde özel bir müze. Unesco nun tanıdığı,ödüller verdiği, Kültür bakanlığının görmezlikten geldiği, ALİBEY KUDAR ve ailesinin kurup, ilgilendiği bir müze. Çok beğendim, aslımızın arap kültürü değil türkmen kültürü olduğunu hatırlatan ne varsa toplamış Aibey Hoca. İçerde bir Türkmen çadırı var, yapan son çadır ustasıymış ve çadır müzeye alındığında son kez içinde kalmak istemiş, ertesi gün vedalaşıp köyüne dönmüş ve bir hafta içinde de ölmüş. Çadırın geniş göründüğüne bakmayın, 5 dk. içinde katlayıp atın sırtına yükleyip başka bir yere yerleşmek için yola düşebilirsiniz, bu kadar pratik bir çözümü ikea da bile bulamazsınız!

Boyasız halı. Değişik tonlardaki koyunların yününden yapılmış. Eskidikçe parlayıp değerleniyor, 200 yıl garantili ve elektriğinizi alıp yutuyor...Sırtında kabuğu olmayan tek bir tür kaplumbağa varmış, akçay da balıkçıların ağına takılmış, ve bir şekilde ölmüş, doldulmuş halde müzede sergileniyor, tek seferde beni yutabilecek kadar büyük, zaten dünya rekoru da tahtakuşlardaki bu tosbaadaymış. Doldurulmuş çok fazla hayvan var müzede, deniz canlıları var. Alibey Hoca da çok tatlı, biraz müzesini anlattı, konuşmasına da çok hoş bir başlangıç yaptı;
-içinizde öğretmen olan var mı? diye sordu, birkaç el kalktı,
-içinizde anne olan var mı? diye sordu, gururla el kaldırdım tabii:)
-'asıl öğretmen de annelerdir zaten' şeklinde mesajı verdi ki benim koltuklar puf puf tabi:) Etnografya nın ne olduğunu anlattı, sonrasında biraz sohbet ettik ve fotoğraf çektirmeden ayrılmak ta istemedik. Sohbeti kesmek istemediğimiz için otobüsü de bir süre beklettik, bana kendi yazdığı, hayatını anlattığı kitabını hediye etti, yolda okuyup bitirdim ve bir kez daha saygı duydum, bu ülke için herkesten daha çok emek verenlere, daha çok zorlukla mücadele edenlere...

Devamını Oku »

Hasanboğuldu


Kazdağlarına iki tür tur var ( üç tunç tas ta has hoşaf var), kaz dağı etekleri ve kaz dağları zirve. İkincisini tercih etmedik, çünkü çok sıcak ve çok uzun bir parkur, yürüyerek zirveye tırmanıyorsun. Hiç gerek yok. Biz otobüsle uzun mesafeleri çıkıp minik tepeleri pıtı pıtı yürüyerek gezmeyi tercih ediyoruz. Turun ilk durağı kızılkeçiler adında bir köyde, 'köy' kahfaltısı. Sanırım bu köyde, bildiğimiz standart kahfaltı tabağında ingiliz kahfaltısıyla güne merhaba diyor kızılkeçililer. Yine de çok keyifli bir şey var ki, Kazdağlarından'dan dökülen suların birikintiye dönüştüğü yerde ayacıkların suda tahta sıralarda çay içebiliyorsun.
-Türk kahfesinin olmaması da bu keyfin hakkını veremediğimizi düşündürüyor bana :(

Sonra yine otobüse binip o uzun ve gereksiz! mesafeyi çıktıktan sonra Hasanboğuldu'ya ulaşıyoruz. Su çok ama çokkkk soğuk, sudan yürümek imkansız, yanında devam eden patikadan ilerliyoruz, gerçekten çok temiz, çok tatlı bir suyu var. genelde kaynak suyunu içemeyiz, tadını sevmeyiz ama kazdağlarının suyu tatlımsı, yumuşak, havası çok temiz, oksijen miktarı bakımından Alplerden sonra ikinciyiz, maden işletmeleri, santrallerle mahfetmezsek, mükemmel buralar...

Hasanboğuldu, Türkmen kızı Emineyle ova da yaşahan Hasan arasında geçen bir aşk hikayesi. Sonunda bu sular ikisine de mezar oluyor. Anlatılanlardan farklı olarak o zamanlar otopsi mümkün olsaydı, Hasanın ölüm nedeninin hastane kayıtlarına, boğularak değil, 'donarak ölüm' olarak geçeceğini iddia ediyorum!!!

Çıkışta minik bir pazar var. Bütün bölgede olduğu gibi, zeytin yağı, zeytin sabunu ve zeytin satılıyor.

Devamını Oku »

Bozcaada



Son iki günü tura çıkarak değerlendirdik. Ben Bozcaada turunu seçtim, kocam kaz dağı eteklerini görmek istedi. Ada turu çok keyifliydi. Biraz uzaktı ama katlandığımıza değdi. Feribottan inince önce kaleyi içten fethettik, tur rehberimizden Bozcada ve kalenin tarihçesiyle ilgili yüzeysel bilgiler aldıktan sonra biraz sokak aralarında dolaştık, camileri inceledik. İstanbulda yaşayınca, tarihi cami görmenin enteresan bir yanı kalmıyor.

Arkasından Talay Şarap Tesisini gezdik. Üzümlerin suyunun çıkarıldığı, fermantasyonun gerçekleştiği bölüm, klimalı, ısısı sabit odalarda saklanıp şişelendiği bölüm, ve sonuncusu da satışa sunulduğu mağaza. Üç ayrı mekandan oluşuyor. Gezerken bilgilendiriliyoruz, benim aklımda kalanlar, kırmızı şarap rengini kabuğundan buruk tadını çekirdeğinden alıyor ve semillon yeşil üzümden üretiliyor.

Sonraki durak, üzüm bağları içinde farklı bir reçel fabrikası. Reçelleri gerçekten sıradışı. Yenilebilir herşeyin reçelini yapmışlar. Yeşil ve kırmızı domates, patlıcan, karpuz kabuğu reçeli, üzümüdür inciridir...










12 de Akvaryum plajı, Ayazma da denize giriyoruz, 13 te balık sonra 16 ya kadar yine deniz. Su soğuk, -ki ayazma da soğuk su demekmiş zaten- karpuz çatlatan şeklinde abartı tabirlerde kullanılıyor amaaaa Marmaris-Kleopatra plajından sonra gördüğüm en güzel suydu. Bir şekilde yolumuz hep Gökçeada ya düşerdi ve denizi gerçekten güzeldir, aslında başka da matah bi şey de yoktur, Bozcadayı ilk kez gördüm ve kesinlikle çok daha güzel.

Rüzgar güllerinin önünde fotoğraf çekinmeden dönmek olmazdı. İlginç ama gerçek; santral kurulduktan sonra çevrede çam ağaçları çoğalmaya başlıyor, rüzgar yüzünden kozalaklar yayılıyor, ormana dönüşüyor.

Feribot saatine kadar sokakları gezdik, meydanda kahfe içtik, takıboncuk satanlar, çarşılar hep aynı. Artık sıkıcı gelmeye başladı ıvır zıvır, birsürü gereksiz şey, üstelik her yerin çarşısı birbirine benziyor. Üstünde bodrum evleri figürü olan, satıldığı yerin adı yazılan magnetler, sabunlar, boncuklar...

Dönerken özel istek üzerine Ezine ye uğradı otobüsümüz, peynirleri, pembe domatesleri süperrrrr....

Devamını Oku »

Deniz.Kum.Güneş. Üçlemesi.


ÖrenE giderken, sıcaktan bunalan hemen her canlı gibi serin sulara atlama hayalleri kurmuştuk ama suların bu kadar 'serin' olacağını hayal edememiştik. İki gün çok soğuktu, sonrasında bir nebzecik ısındı deniz. Duru için önemli değil, su kuşumuz için, farketmez. Bu sene Durucum önceki tatillere göre çok daha fazla eğlendi. Yanında arkadaşının olması da büyük etken ama kendi kendine de çok oynadı. Çok neşeliydi kuzum.



Sürekli kızların alnına bakıp ateş varmı, hasta olabilirmi diye kontrol ettik, ki Duru hava değişiminde hep hasta oldu bu güne kadar. Soğuk deniz, dondurma, düzensiz yemek te eklenince, daha kolay hastalanabilir hale geliyor. Bir iki gün sesi hafif kısıldı, biraz gözleri kızardı ama hastalığa dönüşmedi. Irmak ta son gün biraz ateşlendi, o da hafif atlattı. neyse ki korktuğumuz gibi olmadı. Bu arada, yolculukta ya da hava değişiminde hasta olmak, zayıf bağışıklık sisteminin göstergesiymiş- Mehmet Öz.




Kızları sirke götürdük. Aslında biz aslanlar, kaplanlar, ipte yürüyen cambazlar fln hayal etmiştik ama yeteneksizsiniz yarışmasından pek farklı değildi. Duru yinede eğleniyodu ama 20dk içinde uyuya kaldı. Hemde ayakta alkışlarken uyuklamaya başladı.






Devamını Oku »