AAAHHHHHH ADATEPE.... Kalbim Adatepede kaldı. Zeus Altarından inerken, sağa sapınca çokkk güzel bir köy var. Meydanda çeşme, etrafında kocaman ağaçlar ve köy kahfesi, onun çevresinde de taş evler... Eski bir Rum köyüymüş, şu an koruma altında. Uzaktan bakınca hiç hareket yok gibi, sanki kimse yaşamıyor gibi. Sadece bir kapı önünde çok yaşlı bir kadın oturuyordu ama onun da yaşadığından emin değilim.
Bu köyden bir taş ev sahibi olma dileğimi hemen evrene kısa mesaj olarak atmaya başlıyorum. Adatepe yaz, boşlukları doldur, bekle... Kim bilir belki birgün Tarkan' a komşu olabilirimmmmmm.....
Dönüşte Büyükçetmi köyüne uğradık, Adatepe kadar olmasa da burası da çok şirindi. Fotoğraf çekmekten baharatlı ve otlu dondurmasından deneyemeden yine otobüsün arkasından koşan ben oldum :) Yine de arada kapari turşusu kapmayı başardım ki yan gözle Feroşu ararken baktım peynir tatlısı elinde dolaşıyor. Sokak aralarına daldık yine, bahçelerden incir, üzüm taşıyordu.
Son durak ta müze haline getirilmiş bir zeytinyağı fabrikasıydı. Zeytinler eziliyor, suyu sıkılıyor, borularla başka bir bölmeye geçiyor, burda suyla karışıyor ve zeytinyağı adeti olduğu üzere ayrışıp her zamanki gibi üste çıkmayı başarıyor. İşlem bu kadar. Kalan ezilmiş zeytinler kurutuluyor, sıkışmış talaş görünümünde, sunta gibi bir hale geliyor ve bunlar da gübre olarak kullanılıyor. Maranki'nin de dediği gibi 'doğada çöp diye bir şey yok' sevgili dostlar....
Resimdeki kız Refika. Hikayesini merak edenler google a sorabilir...
Bu kocaman şişeler, eskiden kullanılan damacanalarmış. Cam gibisi yok, tabi sırtında taşımadığın sürece...
Ben Kaz Dağları ve Küçükkuyu'yu çok merak ediyorum. Nehir'in deyimiyle fofolar çok hoş:)
Sevgiler
Eylem
hihiiii :) öpüyorum...