Pis adi iğrenç hırsız...



Hafta başında evimize hırsız girdi günlükçüm.  Günlük gezmelerimde takıp takıştırırım diye evde tuttuğum ama hiç takmadığım altın takılarımı almış, hepsinin hatırası vardı, onları almış, bozuk para kutusunu fullemiştim onu bile patlatmış ki görünce şu repliği haykırmak istedim;

- kaputu açmışlar bir de aküyü çalmışlar, kaputu açtınız bari aküyü çalmayın. aküyü çalmamış olsalar hani…

Fotoğraf makinamı da almak istemiş, nedense onu yere atıp kaçmış evden, o da gitseydi, üzülürdüm wallahi günlükçüm. Yerde makinanın çantasını görünce anladım zaten, hızla yukarı bakınca dağılan yatak odasını gördüm, bacaklarım titredi, çok korktum. Yan komşuma haber verdim, beraber evin her yerini aradık, hala içerde olma ihtimaline karşı. Komşumuza da daha önce girmiş hırsız, bütün birikimini almış, o da o anın hıncıyla aradı benimle evi, çok şükür ki, biz gelmeden çıkıp gitmiş evden, karşılaşmadık.

Akşam Ferhatla karakola gittik, önce gelip yüzeysel bir inceleme yaptılar, sonra olay yeri geldi. 'Parmak izi alalım mı, istermisiniz, odayı topladınızmı' gibi biz kararsız onlar kararsız bi durum oldu. Evet odayı topladım, tabiki biliyorum inceleme için hiç dokunulmaması gerekir, 3 sezon Behzat Ç seyrettim ama, hırsızın parmak izi bırakmamayı akıl edeceğini düşündüğüm için, gerçekten peşine düşüp aranacağı konusunda güvensizliğimden belki, olayı bir an önce unutmak istediğim için de olabilir, topladım bitti gitti. 

Yine de gidenlerin bir listesini verdik, bulunduğunda içinde isim yazan alyanslarımız ya da mesela üzerinde durunun adı yazan künyesi bize ait olduğunu kanıtlayabilir şeylerdenmiş...

Herhangi bir zorlama izi yok, kapıyı çekip çıktığım, kilitlemediğim için çok kolay açıp girmiş olabilirmiş, artık kilitliyorum hem el koyduğum, kulağımdaki Durunun küpelerinden başka bir şey de kalmadı zaten evde. Lütfen tekrar gelme pis adi iğrenç hırsız... 'Ayakkabılarıyla gezmiştir bide bu içerde şimdi ' düşüncesi de ayrıca beni rahatsız ediyor zaten... Bunu da yazdım bi kenara... Pis adam...

İşte böyle günlükçüğüm... Bazen acı bazen tatlı... Hayat...Çok acayip... Kuşlar falan...






Devamını Oku »

Vialand


Merhabalaar günlükçüm... Gözünün bebeğinde sitem göremiyorum, öğrendin sen bu işi... Günlükçüm bilirsin pek gezdim, tozdum, yedim, içtim yazısı döşemek adetim değildir lakin  Vialand çok merak ediliyor sanıyorum, çok soran oldu, kısaca anlatmak istedim.




Hoşumuza gidenleri yazıyorum önden, 
Avm'si çok güzel, mimari olarak yani. Açık alanda alışveriş için yaz aylarında güzel olur herhalde, ben deneme yapamadım, vakit kalmadı :) Bildiğim bütün markalar var, çok büyük, hatırı sayılır bir Arap popülasyonu var, arabialand olaymış, gideri de olurmuş yani.


Kaçışı olmayan bir ebebeyn ikilemidir vardır, blogcum, bilirsin, 
-çocuksuz gidelim de bi kafamız rahat etsin ---- mi?
-ama çocuklar da gelsin onlar da eğlensin  ----   mi?

Biz çocuklarla gittik, Duruş için herşey çok keyifliydi. En çok oyuncağa o pindi. Ufaklıklar, çocuk bölümünde bir kaç saat eğlendiler ama günleri, bizimle sıra beklemekle geçti gariplerin üstelik te büyüklerin oyuncaklarına tabiki binemediler. Yine de huysuzlanmadılar hiç, gayet iyi idare ettiler. 






Girişte büyük trenin hala yapım aşamasında olduğunu görmek hayal kırıklığı oldu benim için, gidiş sebebimdi çünkü, bir de Fatih'in Rüyası adında büyük bir alan var, surların içinde o da kapalıydı, gitmek için tamamlanması beklenirse daha mantıklı olur diye düşünüyorum. Ekime açılıyormuş tamamı.  Diğer oyuncaklar da çok iyiydi, hatta aklımda kalan ,binemediğim bir sürü şey var, içerde 12'den 10'a kadar kalmamıza rağmen. 


İçerisi ne çok doluydu ne de tenha ama yine de çok uzun kuyruklarda vakit kaybettik, ortalama 30-45dk. bekleme süresi bir çoğunda ve çok kısa sürüyor hepsi.  Bir kandırılmışlık hissi de uyanmıyor değil.

Çok hoş bir atlıkarınca var, dönüşte bir baktık hepimiz atların üstündeyiz, iki tur da ona pindik ve yemek üstüne tatlı faslını da kapatıp, parkı da kapatıp öyle ayrılabildik mekandan....







Bir de hiç hoşuma gitmeyen şeyler var, 
Yeşil alan yok bu tema parkta, çimlere yayılalım bir ayaklarımızı uzatalım, desen yok, bir ağaç gölgesine konuşlanalım desen, o hiç yok. Sadece yemek yenebilecek yerler serpiştirilmiş, dinlenmek için de buralara mecbursunuz. Giriş ücreti 55 -44 tl, içerde bütün oyuncaklar ücretsiz. Bana biraz 'fakirgelmesinlend' şeklinde hissettirdi... 
 Bu arada genele yayılan ,rahatsız edici de bir lağım kokusu var,
 bu profile de tezat oluşturuyor...


Bir bölümde çocuk bakım ünitesi bulabildim, o da dönüşte, özellikle büyüklere göre olan bölüme iniş çıkış pusetlerle felaket zor, uzun merdivenler var çünkü, aşağıda, ne emzirmek için ne alt değiştirmek için uygun bir yer bulmadım,' bebeklegelmeynlend' mi olsaymış adı acaba dedim, mecburen kavanoz mama aradım, onuda bulamadım, pek çocuk dostu  gelmedi bana, ona göre hazırlıklı gidin derim anneler...


Olumsuz yanları faza gibi olmuş tekrar okuduğumda, ama çok güzel bir gün geçirdik biz, 'neticede biz Türküz, uzun kuyruklar, kötü kokular ve diğer olumsuzluklara alışkınız, bizi yavaşlatamaz, eğleniriz' der Dadaloğlan ve yeni keşiflere doğru yola çıkar...

Öpüyorum seni blogcum...Kib.



Devamını Oku »

Biizim küçük minnak bahçeciimizzz


Bu yaza kadar hep balkonda eğlendik, saksılarda zirai faaliyetlerimizi yürütmeye çabaladık, ama bu yaz gerçekten de baaahçeeevan geldi günlükçüm. 
Yanlız mahsul çok biçimsiz, yoğun bir aromaları, kokular var, nasıl yiyeceğiz bilemiyorum hihihiiiiii :)
Hatta bazılarını kurtlarla paylaşmışız çoktan. 

Her sene bir sürü şey deneyimleniyor, her sene aynı cümle telaffuz ediliyor;
-seneye böyle yapmayalım, diye. Geleneksel yöntemlerden vazgeçmemek lazım, yüzyıllık tecrübeler nihayetinde. Yüzyıllık tohumları da bugüne taşıyabilsek keşke, güvenilir tohuma, fideye ulaşmak konusunda ilerleme kaydedemiyoruz, aslında henüz bulamadık, biraz da süpriz oluyor, mahsülün şekli şemali, tadı vs.
Yerken beğendiğim ne varsa çekirdeğini saklıyorum ya da en kötü ihtimalle olduğum yerde yine toprağa sokuşturuyorum, ki tohumun devamlılığı olsun, belki büyür, meyve ağacı olur, kuşlar kurtlar yer, sonra o ağaca konan arı ben olacağam keje, paron günlükçüm kafa gitti yine, mesela üç senedir aynı pembe domatesin tohumunu kullanıyorum, yedim hoşuma gitti, tohumunu saklayıp ektim, sonraki mahsulde aynı döngü devam, bu sene bahçeye ektim, dışarıdan aldığımız fidelere göre çok yavaş büyüyorlar, bir sebebi mucizesi olsa gerek, neden dışarıdan aldıklarımız, kocaman kırmızı domateslerle dolu, benim tohumdan çimlendirdiklerim hala diğerlerinin yarısı kadar? Neden haa nedennnn???

   Genellikle seviyoruz, bahçeyle uğraşmayı, sulamak mesela, çok dinlendirici, suları serin serin ayaklara da tutmaca arada...ilk mahsul göründüğündeki o çocuğumuz oluyormuşçasına abartılı sevinmeler... bazen de kıskanıyorum ben, kocam bahçeye benden daha fazla ilgi gösteriyor diye... Sabah işe giderken sulamalar, akşam önce domateslerin yanına koşmalar falan..
Kıllık olsun diye çocukları takıyorum peşine, zaten Demir tek başına çekirge sürüsü gibi...
Hakkını da vermek lazım, hiç ilk bahçevanlık yapışı gibi değildi, hayretle izliyorum, baya baya ekiyor biçiyor, adam hallediyor günlükçüm, yapıcak bişe yok...
Tarlacık olarak belirlediğimiz alanın çevresine çit yaptırmak ta benim fikrimdi günlükçüm, onu da şeyapmayalım, güzel oldu çünkü.



Devamını Oku »

Babalar gibi...

Babalar günü hediyesi olarak hazırlamıştık bu kupayı ama duruş eve gelirken kutuyu düşürdü kupa kutudan slovmoşın çıktııı yuvarlandııı tıkısss diye parçalandı. Duruş sakinliğini bozmadan "yapıştırırıZ" diye çözümü yapıştırdı, parçaları topladık,birleştirdik. Tabi kırılan kalp gibi, parçalanan kupa da eskisi gibi olamazdı ama buğulu bir gözle bakıp,bir de üstüne "sıcak bişey içme babacım" diye espri yapan bir cocuğa kim kızabilir ki...
Bu kız espri anlayışını annesinden almış😀

Devamını Oku »

Deneme deneme 1-2 mayday alo alooo

Telefondan oluyorsa ben hep yazarım kii

Devamını Oku »

Güzel Şeyler II


Günlükçüüüüüümmmm.... Evet...Havalar diyorduk, bi dengesiz sanki... Eskiden, sobalı evlerimiz vardı. Biraz bahar yüzünü gösterse, ev hanımları, sobayı kapatır, boruları söker, temizliği bitirirdi. Bu telaşın altında, 'soba yakma eziyeti bir son bulsun, bahar temizliği faslı bir nihayete ersin, bitsin bu kış' psikolojisi vardı zannediyorum, mamafih o çıtırdayan sobanın eksikliği,kapıdan girer girmez hissedilir, olduğundan daha soğuk, tatsız, neşesiz gelirdi  insana ev... Artık kombili evlerimizde ne de rahatız ama dimi günlükçüm... Ne kolaylıklar var artık...

Dikkate değer ayrıntılar oluyor günler akarken, senden hızlı olmasın bir arkadaş var, ig diyoruz kısaca, hemen ölümsüzleştiriveriyor o anı, bir de paylaşıveriyor sıcak sıcak, al sana bir kolaylık daha... (liste yapmaya başladım yine, napim ben bu toplayıcı bilinçaltımı bilemiyorum) Seninle de paylaşmak isterim canım bloğum benim (canımsın)


Annem 'bir örtü de kendime yapayım' niyetiyle başlamıştı bu sefer de ama, dayanamayıp 'Durunun yatağında daha güzel durur bu renk'   dedi ve yine bize geldi örtü. Daha önce de bahsetmiştim, annemin hobisinden... Merak buyurursanız burda, buyrun efendim... Bir de burda...



Bu yelekle Demirin resimlerini çok uzun zamandır eklemek istiyordum, erteledim erteledim, sonunda küçülmüş, göbüş düğmeleri kapanmadı hatta :) Hediye gelmişti, el örgüsü, bu işlerden anlayanlara model olabilir diye düşündüm. 

Bu arada Demir hiç sıkılmıyor, bu fotoğraf çekimlerinden. Duruş hiç hoşlanmazdı, zaman zaman rüşvet teklif ederdim, fotoğrafını çekebilmek için, ki onda da iki tane ama! diye sınırlardı, Demir gül oğlum dediğimde sırıtmayı bile öğrendi :) Bir de Duru hiç kendi halinde oynayan bir çocuk olmadı, belkide ben buna neden oldum bilmiyorum ama Demir bu konuda çok başarılı, eline aldığı herhangi birşeyle 'ıınnn ınnnn' sesleri çıkararak arabaymış gibi oynayabiliyor, oyuncak bir hayvanı, mırıldanarak yerde gezdiriyor... Bunu sessizce seyredebilirim saatlerce, çok sevimli... 

Ama konuşma becerisi Duruya göre çok geride, hala anne yok, insanlar 'baba' hayvanlar 'tedi' tekerlekli cisimler 'ınn' bu kadar. Üç kelime (hatta iki) yetiyor hayatına devam etmesine... Duru özne ve yüklemi yerli yerinde, düzgün cümleleri, kusursuz telaffuzuyla kullanırdı 13.aydan itibaren... Çocukların gelişim evreleri de, eğilimleri de farklı oluyor, aynı ailede yetişseler de...
 Konumuz bu değildi galiba günlükçüm? 


Yakın geçmişte kuzgun filmini izlemiş, beğenmiştim. Kocamla kitapçıları gezerken, çizgi romanını da buldum. Kuzgun ve Poe nun başka hikayeleri var içinde, çizimleri de güzel. Korku-gerilim çizgi roman sevenlere tavsiye olunur...











Devamını Oku »

Güzel Şeyler... 1.


Canım günlükçüm benim, bitanemmm... 

Olmadı dimi... 

Bence de. Bi eğreti, yapmacık durdu...

Beni çapkın sevgilin gibi düşün blogcum, yeni ve daha genç sevgililer bulup, seni de elinin altında isteyen... Ve lütfen 'peki ama biz noolucaz?' diye de sorma, kapatırım dükkanı...


Bakarmısın günlükçüm, yağuşukluma, otur diyorum oturuyor, gül diyorum, gülüyor, yerim ben bu modeli, çok profesyonelim, sonerarıca saçlım benim...
 Annemlerdeki 30 senelik koltuk. Babam pek severdi, attırmazdı,  yenileri geldikçe ordan oraya taşındı, sonunda da aşağıya atıldılar. Ben de İkea dan kumaş alıp yeni kılıf diktim (havama bakma, annemle Sevim teyze diktiler) Bir nev-i fıntış eyledim (vintage) 

Bahçeye atıp bir otuz sene de ben keyif yapmayı, statusumu, 'kahfe keyfi' olarak güncellerken, içtiğim fincanın fotoğrafını da ig aracılığıyla sosyal ağlarda paylaşmayı hedefliyorum...







1. Spor salonunun çıkışına bir kaç tane araba geliyor, çıkışta kadınlar arasında bir toplaşma oluyor, ahşap boyama yapanlar için satış yapıyorlar. Ağaçlara asmak için kuş yuvası bulunur belki dedim, bende karıştım geçen gün araya. Minibüs gibi bi arabanın arkasında bi girdap var sanki, kafamı uzattım, beni de içine çekmeye başladı, bissürü tepsi, biblo, sepet mepet, kendime geldiğimde, kuçağımı doldurmuştum,

- 'bunu da boyarım ben, bunu da eskitme yaparım kii..' diye kendimden geçerken, silkindim ve kendime geldim, 

-''Bir turkuaz bir turuncu boya, bir de kuş evi  alacağım amca'' diyerek hızla uzaklaştım, Duruş anneannesiyle boyadı, müdehale etmemiş annem, böyle bir iş çıkarmış bizimki...





2. Şeker makinesi , 50 kuruş atıyoruz şeker veriyo bize. İçine şekeri de biz dolduruyoruz, paramızla rezil oluyoruz , böyle bi icat... Ama baktıkça bi seviniyo insan niye bilmiyorum :) 

3. Pazar günü, beyimle, çocukları anneme satıp elele bi dolaşalım dedik. Cafer Erol beyin şekercisine girdik, vitrindeki marzipanların da hipnotize edici bir etkisi var, (bi girdap ta orda var dikkat) Çocuklara bişeyler alıp vicdan rahatlatırken, kendime de bir kavanozcuk portakal reçeli almışım...Çok mu?

4. Annemin haşhaşlı çöreği ve kayınvalidemin portakal reçeli... Beni mutlu etmek için elele vermişler, sağolsunlar, çok başarılı bir çalışmaya imza atmışlar, ben de boş durmadım afiyetle yedim, dinimiz, amin...




Devamını Oku »

Türkün tv.la imtihanı


Televizyon hakimiyeti tamamen Duruşta. Bazen, okuldan gelince, çok sevdiği birşeyi izlesin diye, dayanamayarak teslim ediyorum kumandayı eline, bazen, yemek faslını biraz daha sorunsuz atlatabilmek için, karşısında yemesine izin veriyorum, hatta tv. karşısına ben hazırlıyorum yerini - ki o tabağı yine de tertemiz bitirilmiş, şööyle bir kalan ekmekle sünnetlenmiş bulamıyorum-, bazen çocukların sesini bastırır belki umuduyla, hadi biraz da çizgi film seyredin diye ben iteliyorum tv.a doğru -ki mevcut kakafoniyi ikiye katlayor sadece-, bazen Duruşun tehtitkar tavırlarına direnecek enerjiyi kendimde bulamadığım için, bazen koltukta 5dk kestirmeme, bi bulaşık makinası boşaltmama, çamaşır katlamama izin verirler zihniyetiyle, bazen... yani genelde tv. da çocuk kanalları açık ve ben artık tv. a karşı kısıtlı tv izletme konusunda hakimiyetimi tamamen kaybettiğimi kabul ediyorum...

Eğer ki, kumanda benim elime geçerse, yabancı yemek programlarına, ev yenilemecilere vs takılıyorum. Yerli versiyonlarına katlanamıyorum, çünkü yabancı kanallardakiler 20 dk.da bitiyor, bizimkiler 2.5 saatte bir salonu yenileyemiyor, aaazzzsonraları bitmiyor, bir de duygu sömürüsü,bir de taklitçilik...

Kek savaşları, var, akıllara zarar cupcakeler yapıyorlar, hastasıyım... 
Big citiy life, dünya metropollerinde yaşayan, işi mimarlık, iç mimari vs olan insanlar, kendi evlerini tanıtıyorlar, hepsi birbirinden ilginç evler tanıttılar bu güne kadar. Örnekse, Venedikte, kanalların üstünde, altı tamamen su ve kanal olan, evden   çıkıp kayıklarına binen insanların, o yüz yıllık evleri hala kullanılabilir halde tutmaları, içlerini farklı yorumlamaları çok taktire şayan, fevkaladenin... İstanbul bölümünü bekliyorum merakla.

Dr.Öz hayranıyım, biliyosun günlükçüm, 19'da hergün, takipteyim, tek düzenli izlemeye çalıştığım program, Duruşun tacizlerine rağmen. 20 dk. yine çok uzamıyor, hergün bu kadar çarpıcı konuları nasıl buluyorlar bilmiyorum ama bana göre çok eğlenceli, Duruş hiç hoşlanmıyor, alt yazılı olduğu için özellikle.

Yemek programlarını da seviyorum, farklı olduğu için belkide. Ama   çok taktir edemiyorum Amerikalıların yeme alışkanlıklarını, malum, market bağımlısı insanlar. Salata yaparken bile sadece poşetlenmiş otları açıp kaseye dolduruyorlar. Yıkanmış ve doğranmış. Bakliyatlar, konserve kutusundan, etler dondurucudan, kutular, kavanozlar... Her şeyleri çok abartı, çok büyük porsiyonlar, çizgi flm gibi kocaman etler, yiyeceklerin üst üste yığıldığı tabaklar, bir sürü sos ve mutlaka en son parmesan. Filmlerde de, kahfaltı sahnesi mutlaka mısır gevreği kutusuyla biter mesela, mısır görünce ağzını burnunu kapatıp kaçarak uzaklaşan biri olarak, acıyorum bu insanların haline, obeziteyle başı dertte çoğunun...

Tek uyuştuğumuz konu Duruşla, belgesel, Uzlaştığımız zamanlarda, 'ikimizin de istediği o zaman, ikimizin de istediğiiii' moduna geçiyoruz, belgesele bağlanıyoruz ama doğa belgeselleri de çok kısır be günlükçüm, bu aslanlar kaplanlar da olmasaydı ne çekecekti neyşınılcılar bilmiyorum. Aslaaannn pusuya yatıyooorrr, saf saf otlayan ceylanları kesmeye başlıyoooorrr,..... 

öperim koklarım okurum yazarım blogcum, çaya da beklerim....










Devamını Oku »

Pamuğu anmış oldum bak...

Datlumm ploğum benim, ya şimdi ben aman seni ihmal ettim, bi daha tövbee fln gönlünü aldım ama durum değişmedi galiba, biten aşk yeniden alevlenmiyor... Yine de arkadaş kalabiliriz, daha seyrek te olsa, görüşmeye devam edebiliriz diye düşünüyorum. 


Bu arada ben senee 2005 te bir blog açmıştım ama sonra yazı eklemek çok saçma gelmişti, boşluğa konuşur gibi,bu ne olm böle deyip bırakmıştım, Google mail attı, hatırlattı sağolsun. 5 tane post tan bu aşağıdakini paylaşmak isterim...Ama diğerleri de hoşuma gitti, uzun uzun yazmışım, niye bırakmışım ki peşini...Fotoğraftaki de, rahmetli kedim, Pamuk...




hayatımın erkeği:

kendisi filozoftur.














Bir diğer postta bu alttaki. Kafam karışmış ellaham ama sonra toplamışım kafamı herhal... Hiç değiştirmeden ekliyorum derhal...



.Uzun ve tembel bir ilişkinin ardından gelen evlilik oluyor,eğer çiftlerden ikisi de kendini hayatın akışına bırakmışsa. Bizde taktık sonunda evlenmeden önce sağ parmağa takılan yüzüğü. Düşünmeye başlayınca kafam karışıyor, rahatsız oluyorum ama sonra geçiyor, unutup hep bildiğim gibi yaşamaya devam ediyorum . Her şey normale dönüyor. Bazen parmağıma bakıyorum, bu halkayı kimbilir kaç yıl taşıycam , yine rahatsız etmeye başlıyor.
Galiba beni, istediğim zaman vazgeçemeyeceğim kararlar rahatsız ediyor.

Kız arkadaşlarıma bunları anlatmaktan hoşlanmıyorum. Onlar eşlerini ararken bunu yapmaktan çekiniyorum biraz. Okuduğum kitaplar yaşadıklarımla hep aynı dönemlere denk geliyor ya da ben öyle yorumluyorum bilmiyorum ama yine okuduğum son kitap beni yakaladı . İnsanı yoran seçenekler, hayatı zorlaştıran alternatifler… keşke yaşadıklarımızı programlayan bir makine olsa , bizde seçmek zorunda kalmasak. Buna benzer şeyler anlatıyor ya da ben öyle sanıyorum .










Devamını Oku »

Çalınmış Saatler...



Eğer şanslı günümdeysem, sessiz, sakin, yanlız sabah saatleri günün en kıymetlisi oluyor. Çok sık gerekli şartlar bir araya gelmiyor tabi, ender zamanlar onlar... Duruşun okul koşturmacası olmaz da anneanne ya da baba okula bırakırsa, Demir kendini aşar da uzun uzun uyursa, Ferhat erken çıkmış ama çıkarken Demiri de uyandırmamış olursa... Hemen mutfağa koşup kahfemi hazırlıyorum, pazar gününden kalma gazeteleri okuyorum, blogcum seninle buluşyorum ama en güzeli sessizlikte kafamı dinliyorum... 

Sessizlik gerçekten nimet ve benim yüksek sese hiç tahammülüm yok, muhtemelen hatırlayamadığım bir yaşlının fena ahını aldım ki, artık bende o lanetli cümleyi kuruyorum;
- susuuun çocuklaaaaarrrr bağırmayınnnn, kafam götürmüyooorr...

Daha önce bahsetmişimdir belki, evdeki çocuk sayısı klasik hesaplamalarla doğru sonuç vermiyor, mesela 1 +1 = 2 çocuk değil, daha fazlası. Bir araya geldiklerinde müthiş bir sinerji! çıkıyor meydana. Çünkü birbirlerinin yemek, uyku, oyun gibi ayarlanmış düzenlerini bozuyorlar, örneğin, ses olunca daha az uyuyor, daha keyifsiz oluyorlar , daha az yiyorlar gibi gibi... Ama bazen de çok güzel kaynaşıyorlar, tarifsiz fotoğraflar veriyorlar, hayranlıkla seyrediyorum, o da ayrı...

Bu günlük yakınmalar bu kadar... Oooopppppsss Demir uyandı, görüşürüüüüzzz...

Devamını Oku »

ISLAK MENDİL TEMİZLİĞİ - bir dudunun hatıra defteri-




Bazı icatlar, kullandıkça mucidine dua okutturur, 'toprağı bol olsun, ışıklar içinde uyusun (o da nası bi oksimorondur, aman bana bu duayı okumasınlar hiç hazzetmem uyurken ışık sızmasından bile...) dedirtir', hakikaten hayatı kolaylaştırır çünkü. Misal ıslak mendil...

Bebek popişi temizliğinde nasıl kullandığımı burda anlatmıştım, iki çocuğumda da bu yöntemi izledim. El-yüz temizliğinde kullanamıyorum, kendi ellerimi bile silmem, tenime değmesinden de hazzetmiyorum o ne idüğü belirsiz sıvının. Galiba bu nedenle bir türlü taşıma alışkanlığı da edinemedim. Çantama atmak hiç aklıma gelmez, çocuklara rağmen. Kii bu bir problem değil, mutlaka ihtiyaç hasıl olduğunda -otobüs, minibüs, sinema, tiyatro farketmez- anında bir yaprak ıslak mendil ikram eden bir teyze beliriverir. Hatta hiç tanımadığınız biri size ıslak mendil uzatırsa, şaşırmayın, alın, kullanın. 

Hele ev temizliği konusunda öyle geniş bir yelpazeye sahip ki, alışveriş listelerinin demirbaşı olması boşuna değil bu güzide icadın...

Aniden kapımı çaldı, çek bir yaprak, bir yüzüyle sehpanın tozunu, diğeriyle tv.un kirini pasını, temiz kalan köşesiyle de şööyle bir parkelerin üstünü siliver, aç kapıyı, misafirini buyur et! Halıya yağlı lekeler mi damladı, çıkaramadığı leke çeşidi yok, anneanne eli değmiş gibi, üç silmede leke kayboldu!

Dr.um programında izledim, yarıdan açtım kim bilmiyorum ama  konuya vakıf olduğunu sandığım, otorite gibi duran biri anlatıyordu; ıslak mendille kullan-at temizliği aslında su ve enerji tasarrufu sağlıyormuş. Malum su çok kıymetli. Pek te mantıklı gelmedi sanki ama??? Amaaann nebileyimmmnebileyimmm...

Not : hepimizde var dimi şu hastalık; mutfakta işi bitince iki yaprak kağıt havlu koparıp elini kurularsın amaaa buruşturup atmazsın bi te tezgahın, masanın üstünü silersin, öyle atarsın... var dimiiii :)))






Devamını Oku »

Herşeyin bir çöpçüsü varmış...

 Hep aklımda olan bir şey vardı, kahfe fincanı koleksiyonu yapmak... Bir kaç çift kutuya kaldırıp unutmuştum. Bir gün kayınvalidemin salonunda aynanın önünde, üstüste toparlanıp bırakılmış birkaç fincan ve tabak çanak gördüm, fincanlar çok güzeldi, ve değişik modellerde sadece birer tabak ve fincan kalmıştı. Yani tam da benim sevdiğim gibi :) Neden ortaya çıkardığını sordum, atılacakları ayırdım dedi :) Tam da benim sevdiğim gibi... Birazcık çekinerek almak istediğimi söyledim, 'herşeyin bir çöpçüsü vardır! dedi, Elime geçerse yine ayırırım sana diye de söz verdi. Çok hoş, eski, ince porselen,ki tam da benim....ayynen.
 En sevdiğim parça, mütevazi koleksiyonumun da gözdesi olan, fotoğrafın ortasındaki bebek. 

 Dama desenli olanı Nergizcim, Turuncu çizgili olanı Medinecim getirmişti. Daha klasik görünenler, anlattığım gibi katıldı aramıza. Kalanını ben aldım ama, asıl istediğim, eskici dükkanlarını gezmek. O da beklemede... Aslında görüştüğüm insanlardan da ,son kalan tabak - fincanı bana ayırmalarını istemek te geliyor aklıma ama hep çekinip vazgeçiyorum.  Neyse burdan söylemiş oldum :)
Bu mutlu çift te,fincanları sakladığım kutuyu açınca elime geçti, bir de anısı var;
Levent'in düğününe gidecektik, Demire hamileliğimin son haftalarındaydı, o yüzden Duruşu almadık yanımıza. Evden çıkarken içim rahat etmedi, 
-istediğin birşey var mı? gelirken alayım, dedim
-gelin bebek. dedi. Giderken oyuncakçılara uğradık ama bilen bilir, artık oyuncakçılarda reklamları dönen oyuncaklardan başka pek birşey bulunmuyor. Öyle Oyuncak müzesi tadında değiller yani. Gelin bebek te pek popüler değil herhalde, hiçbirinde bulamadık. Sonra yemekte Ferhat pastanın üstünden bu porselen bibloyu alıp getirdi, eve döndüğümüzde Duruş uyumuştu, avucuna yerleştirdim bibloyu, sabah baktım uyanmamıştı, bibloyu da hala sıkı sıkı tutuyordu avucunda. Uyanınca şaşkın bir yüz ifadesiyle indi salona, güldürdü bizi...

İşte böyle günlükçüm, senin de yeni yılını kutlarım, 2013 te daha sık görüşmeyi dilerim...

Devamını Oku »